Son yıllarda dünya genelinde büyük bir girişimcilik rüzgârı esiyor. Kuluçka merkezleri, melek yatırımcılar, girişim fonları, kamu destekleri derken ABD’den dünyaya yayılan bu rüzgârın etkisine Türkiye de ayak uydurmaya çalışıyor.
Ülkemizdeki mevcut yapıyı göz önüne sermeden önce Ar-Ge nedir diye bakarsak, “bilgi dağarcığını artırmak amacıyla sistematik olarak sürdürülen yaratıcı çalışma ve bilginin yeni uygulamalar yaratmak için kullanılması” olarak tanımlandığını görüyoruz[1]. Geçtiğimiz yüzyılın daha totaliter ve devletçi aygıtları sebebi ile dünya genelinde araştırma geliştirme faaliyetlerinin lokomotifi savunma sanayi olmuş, özellikle 1. ve 2. Dünya Savaşları insani açıdan yıkıcı etkilerinin yanında, teknolojik olarak sıçramaya sebep olmuştur. Fakat batı dünyasının bireyciliği öne çıkaran politikaları sebebi ile Ar-Ge’nin itici gücü de değişime uğramış, günlük hayatımızı şekillendiren birçok teknolojik ürün ve hizmet zamanla start-up firmalarda şekillenmeye başlamıştır. Bu bakımdan start-up firmalar için Ar-Ge, yukarıdaki tanımın teorik kapsamından çok daha ötesine geçerek, sosyo-kültürel dinamiklerle beslenen ve ticari kaygıları hiçbir zaman geri plana atamayan bir hale bürünmüştür.
Türkiye özelinde bu değişime göz atacak olursak, Bilim Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı ile TÜBİTAK’ı Ar-Ge ve yenilik odaklı girişim süreçlerinin oyun kurucuları olarak görebiliriz. Bakanlık bünyesinde Ar-Ge ve yenilik faaliyetlerine destek veren KOSGEB hemen hemen her girişimcinin yolunun düştüğü ya da çevresinden duyduğu bir kurumdur. Bunun yanı sıra 2009 yılında bakanlık bünyesinde başlatılan Teknogirişim Sermayesi Desteği ile start-up odaklı Ar-Ge fikirlerinin desteklenmesi için önemli bir adım daha atılmıştır. TÜBİTAK ise geçmiş yıllarda genellikle orta ve büyük ölçekli Ar-Ge firmalarına destek veren bir kurum iken, bu değişim rüzgârından etkilenerek bakanlık tarafından başlatılan Teknogirişim Sermayesi Desteği sürecini sonraki yıllarda kendi bünyesine devralmıştır. 2009-2018 yılları arasında Teknogirişim Sermayesi Desteği ile 2000’e yakın start-up kurulmuş, bu start-up firmalara 250.3 milyon TL hibe dağıtılmıştır.
Odağına start-up firmaları alarak değişim gösteren bu yeni Ar-Ge anlayışı ve bunu destekleyici devlet politikaları neticesinde ilk kez 2015 yılında Ar-Ge harcamalarının GSYH içerisindeki payı %1’i aşmıştır. Bu psikolojik barajın aşılması ülkemiz açısından önemli bir aşama olsa da, bu harcamaların katma değer sağlama oranında aynı iyimser yaklaşımı ne yazık ki gösteremeyiz. Hibe desteği alan firmalardan önemli başarı hikâyeleri çıkmasına rağmen, dünyayı kasıp kavuran bir örneğe henüz şahit olamadık. Dünyadan emsal verecek olursak, 2010 yılında Los Angeles’ta kurulmuş olan Niantic Labs, birkaç ay önce piyasaya sürdüğü, bir artırılmış gerçeklik oyunu olan Pokemon GO ile, ilk üç gününde 9 milyar dolarlık bir değer yarattı. Bu rakam Türkiye’nin en büyük teknoloji şirketi Turkcell’in 22 yılda ulaştığı piyasa değerine denktir. Böyle bir başarının henüz yakalanamamış olmasının eğitim sistemi ve sosyal yapı başta olmak üzere birçok faktörle doğrudan ilişkisi olsa da mevcut teknoloji politikalarının yeterince verimli olmamasının da önemli bir etkisi vardır.
[1] OECD Factbook 2008: Economic, Environmental and Social Statistics
Türkiye’de girişimcilerin ve startupların yararlanabilecekleri AR-GE teşvik ve destekleri nelerdir? yazımızı da okumanızı tavsiye ederiz.